SAURAHA/CHİTWAN NATİONAL PARK
Biraz bizim tembelliğimiz, biraz da Hindistan vizesi için beklememiz nedeniyle on iki günü devirdiğimiz Katmandu’ya artık veda zamanı geldi. Bundan sonraki durağımız Chitwan Ulusal Parkı’nın bulunduğu Sauraha Kasabası, ondan sonra da Pokhara. Sauraha Kasabası’na gitmek için Thamel Chowk veya yakınlarındaki herhangi bir acenteden kişi başı 600-750 rupi ödeyerek bir bilet alınıyor. Bu otobüsler yerellerin tercih ettiği otobüslerden biraz daha konforlu ve pahalı. Otobüslerin kalktığı belli bir otogar yok. Sabah saat 06:30 gibi acentenin size tarif ettiği caddede oluyorsunuz. Caddenin kenarına dizilmiş yaklaşık 25-30 araç arasından sora sora bineceğiniz aracı bulup koltuğunuza yerleşiyorsunuz. Otobüsler ülkemizin yetmişli yıllarını anımsatan tarzdaki otobüslerden ve burada daha çok gezginlere hizmet veren lüks otobüs sınıfına giriyor. Kaptanınız kent içinde yarım saatlik bir tur atıp başka yolcuları da aldıktan sonra yola koyuluyorsunuz. Sabahın köründe öyle bir trafik var ki anlatamam; sadece Katmandu Vadisi’nden çıkış iki saat sürüyor. Yollarsa; yine köstebek yuvası gibi…
Buraya geldiğimden beri şu soru aklımdan hiç çıkmamıştı; “Katmandu’nun mimarları, mühendisleri, doktorları, milletvekili ve işadamları, yani elitleri bu kargaşa, pislik ve mezbelelik içerisinde acaba nerede barınıyorlar.” Pek emin olmasam da şimdi bir tahminim var. Katmandu Vadisi’nin etrafını çeviren dağların yamaç ve eteklerindeki ormanlık alanlarda, kent merkezi ve çevresinde bulunan binalardan daha yeni, düzgün ve temiz apartmanlar ve villalar var. Sanırım elitlerin barınma yerleri buralarda. Yol üzerinde gördüğüm temiz ve düzgün öğrenci servis otolarıyla içindeki öğrencilerin kılık kıyafetleri de bu tahminimi doğruluyor…
Yol boyunca manzara doyumsuz. Sağ yanımızda akan nehri, dik açılarla yükselen dağları ve tepeleri, dağlardan akıp gelerek nehre karışan küçük ırmakların üzerindeki sayısız köprü ile ırmağın karşı tarafına geçmek için çelik halatların tuttuğu ona yakın asma köprüyü geride bırakarak Pokhara ile Cwitwan Ulusal Parkı’na giden yol ayrımına kadar geldik. Ancak bundan sonraki yol cehennem gibiydi. Seksen kilometrelik yolun yaklaşık altmış kilometresi topraktı. Altı veya yedi metre enindeki çift yönlü yolun bir yanı neredeyse doksan derecelik bir açıyla yükselen dağlara, diğer yanı ise zaman zaman elli altmış, zaman zamansa on metre aşağıdan akan bir nehre bakıyordu. Ve yine inanılmaz yoğunlukta bir trafik. Yolun üzeri çapı birkaç metreyi derinliği ise bazen yirmi beş santimi bulan çukurlarla dolu. Dağlardan sızan yer altı suları yer yer yolu çamurdan geçilmez bir hale getiriyor. Su sızıntısı olmayan yerlerde ise araçların yerden kaldırdığı inanılmaz bir toz bulutu etrafı kaplıyor. Sürücülerin refleks, beceri ve sabırları en üst düzeyde. Otobüsün her yerinden ayrı bir ses geliyor. Bir ara her iki yönden gelen araçları toprak kayması nedeniyle durdurup geçişe izin vermiyorlar. Bu şekilde yaklaşık bir saat bekletiliyoruz. Sonunda yol açılıyor ve hoplaya zıplaya ilerliyoruz… Birkaç saat sonra; toplamda yarım saatlik iki mola, bir saatlik toprak kayması nedeniyle bekleme olmak üzere, 150-160 kilometrelik yolu dokuz saatte tamamlayıp Sauraha Kasabası’nın derme çatma otogarına giriyoruz. Ayakta duramayacak kadar yorgunuz. Neyse ki, kalacağımız işletme bizi otogardan almak için bir araba göndermiş. Buna çok seviniyor ve servise binip ağaçlar içerisindeki otelimize gelerek yerleşiyoruz. Chitwan Ulusal Parkı’nın yakınında bulunan Sauraha; birkaç kısa caddesi, birkaç ta küçük sokağı olan küçük bir kasaba. Caddelerin iki yanına bakkallar, yerel lokantalar ve tur satan seyahat acenteleri sıralanmış. Toplasan yürüyerek yarım saatte, bisikletle 15 dakikada gezilip görülebilir. Zaten kasabanın sokaklarında dolaşan sahipli filler dışında başkaca bir özelliği yok. İnsanlar buraya Chitwan Ulusal Parkın’a gitmek için geliyor ve çoğunluk burada konaklayıp, tur satın alarak buradan parka gidiyor.Parkın giriş ücreti 1695 rupi. İçeriye rehbersiz giremiyorsunuz. Yani adamlar ille de tur şirketlerinden tur satın almaya zorluyorlar turistleri. Parkta kano, yürüyüş, jeep ve fil safarisi gibi aktiviteler var. Hepsinin de fiyatı ayrı. Biz kaldığımız otelle bir günlüğüne bir saat kano, iki saat yürüyüş ve dört saat de jeep safari tur paketi satın aldık. Ederi kişi başı kırk beş dolar. Kasabadakiler de anlaşmış gibi hepsi birbirine yakın fiyatlar veriyorlar. Katmandu’daki acenteler ise buradaki fiyatların birkaç katını çekiyor. Turizm geliri olmasaymış Nepal’in hali ne olurmuş bilemiyorum. Ancak, bizdeki hatayı onlar da yapıyorlar. Turisti yolunacak kaz gibi görüp allah ne verdiyse talep ediyorlar. Böyle giderse ilerleyen yıllarda kendilerinin kaybedeceğini düşünüyorum.
Bu arada; kasabada çamaşır makinesiyle yıkama hizmeti veren bir yer yok. Bizim de kirli çamaşırlarımız birikmişti. Gittik bakkaldan deterjan aldık ve çamaşırları elimizde yıkadık. Tabi ki hemen annelerimiz geldi aklıma. Başında bir koca, birkaç çocuk, bir de kendisi. Evin temizliği, onca insana yemek yetiştirme, eksik gediğin yamanıp dikilmesi, çamaşır, bulaşık, çocuklarla ilgilenme ve daha bir dolu iş. Ne çamaşır ne bulaşık makinesi, ne elektrikli ev aletleri, ne gazlı ocaklara sahip olmadıkları o yılların yaman savaşçılarıymış annelerimiz. Hepsinin ellerinden öpüyorum.
Satın aldığımız Chitwan Ulusal Parkı tur aktiviteleri için, ertesi gün sabah saat yedide ulusal park girişine geldik. Dünyanın dört bir yanından gelmiş gezginler ve yereller aktivitelere katılmak üzere park girişinde toplanmış vaziyette. An itibariyle parkın önü ana baba günü gibi. Rehberimiz giriş işlemlerini tamamladıktan sonra ince uzun, tek parça ağaç kütüğünden oyularak imal edilmiş kanolarımıza bindik. Altımıza tahtadan bir oturak verdiler. Bu oturaklara oturup Menemen Testisi gibi arka arkaya dizildik. Kanonun önüne ve arkasına birer kürekçi yerleşti. Kürekçiler, rehberler ve yolcular olmak üzere; her bir kano toplamda 18 kişiye kadar yolcu taşıyabiliyor. Kürekçiler “vira bismillah” deyip (!) küreklere asılıyorlar ve göz alabildiğince uzayıp akan suyun üzerinde sabahın yeline karşı kuğu gibi süzülüyoruz. Yol boyunca bin bir çeşit su kuşu, ördek, su tavuğu ve ne olduğunu kestiremediğimiz hayvan seslerinin oluşturduğu muhteşem koronun eşliğinde kırk beş dakika boyunca bu şekilde seyrediyoruz. Suyun kenarındaki ağaç ve sazdan yapılmış kulübelerin görüntüsü, zaman zaman durgunlaşıp, zaman zaman da hızla akan suyun üzerinde yaşadığımız bu deneyim tek bir kelimeyle gerçekten olağanüstü…
Kano aktivitesinin tamamlandığı yerde karaya çıkıp, iki rehber eşliğinde ormanda iki saatlik yürüyüş aktivitemize başlıyoruz. Gurupta beş kişiyiz. Rehberlerden biri önümüzde, diğeri arkamızda yürüyor. Doğal ortamlarında uzaktan da olsa izlemeyi umduğumuz kaplanlar ve fillerin ayak izleri ve dışkıları dışında pek bir şey göremesek de ağaçlar arasında gizlenmiş bir gergedanı ve nehir kenarında güneşlenen bir timsahı yirmi/yirmi beş metre mesafeden izleme şansını yakalıyoruz. İki saatlik denilmesine karşın üç buçuk saatte tamamladığımız yürüyüşün tek artısı bu. Bir de bu aktivite sırasında tanışıp birbirimize çok ısındığımız El Salvadorlu Janet…
Otelimize dönüp, öğle yemeğini yedikten sonra ulusal park cangılında dört saatlik jeep safarisi için yeniden yollara düşüyoruz. Yine aynı kanolara binip bu kez nehrin karşı kıyısında bizleri bekleyen onar kişilik jeeplerden bizim için ayrılmış olana biniyoruz. Herkesin ortak beklentisi bir kaplanı doğal ortamında izleyip fotoğraflamak. Ama dört saatlik yolculuk boyunca bir gergedan, üç yaban domuzu, dört antilop, iki tavus kuşu ve iki timsah dışında bir şey göremiyoruz. Turun sonunda başta rehberimiz olmak üzere herkeste büyük bir düş kırıklığı…Bu aktivitelerin fiyat fayda dengesini soracak olursanız. Kano turu her şeyiyle ödediğiniz paranın tamamını, yürüyüş aktivitesi ödediğiniz paranın yüzde yetmiş beşini hak ediyor. Jeep safarisine ise bence hiç gerek yok. Ama insan “jeep” ve “safari” sözcükleri yan yana gelince heyecanlanıyor ve işte o anda zayıf noktasından oltaya takılıyor. Chitwan’a gidecek olanlara önerim; jeep safariye hiç katılmayın. Fil üzerindeki safariye de katılmayın. Çünkü hayvanlara çok eziyet ediyorlar. Katılarak bu eziyetin sürdürülmesine siz de ortak oluyorsunuz. Bu yüzden biz bu aktiviteye katılmadık.
POKHARA
Dün gece telefonum sizlere ömür. Nedenini bilemiyorum. Kolum kanadım kırılmış gibi. Sanırım bir süre yol arkadaşımın telefonuyla idare edeceğiz. Erkenden kalkıp kahvaltımızı yaptıktan sonra Pokhara’ya doğru yine çileli bir yolculuk başladı. Yüz altmış kilometrelik yolu yine hoplaya zıplaya yedi saatte gidebildik ve sonunda Pokhara’ya vardık.
İnternetten ayırttığım otele vardığımızda bizi bir sürpriz bekliyordu. Göl manzaralı oda diye ayırttığım ve fotoğraflarını internetin azizliğinden açamadığım otel, meğerse göle yaklaşık yüz metre uzaklıkta ve göle paralel bir caddedeymiş. Ama adamlar yalan söylememişler; odanın penceresinden bakınca, gölün bir bölümünü uzaktan da olsa görebiliyorsunuz. İnterneti soracak olursanız, burada da çok yavaş ve bir süre sonra tamamen gitti. Otel yöneticileri sorunu bir türlü çözemediler. Bu arada sıcak suyun da olmadığını öğrendik. Resepsiyonu arayıp durumu bildirmemize karşın, adamların umurunda bile değil. Çaresiz duş almadan girdik yatağa. Sabaha karşı dört gibi bir gürültü, bir patırtı, bağırış, çağırış. Uyandık; iki otobüs dolusu kızlı erkekli öğrenci otele giriş yapıyor. Derken istila bizim kata kadar dayandı. Nasıl bir gürültü anlatamam. Uyumak mümkün değil. Bir ara kapıyı açıp bağırdık falan. Ergenler bir yandan “sory sory” deyip, bir yandan da yapacaklarından geri kalmıyorlar. Karar verdik; üç günlük rezervasyonumuz olmasına karşın, yarın otelden ayrılıp başka bir yere geçeceğiz. Saat altı mıydı yoksa yedi mi bilemiyorum. Dalıp gitmişiz… Sabah dokuzda kalkıp resepsiyona indik. Kahvaltı için yer gösterdiler. Ve otelin bize son sürprizi; sarımsak kestikleri bıçakla tereyağını kesmişler. Sarımsaklı tereyağı yiyoruz kahvaltıda. Kahvaltıdan sonra çıkıp, göl kenarında manzarası ve balkonu olan yeni bir yer bulduk. Sonra geriye dönüp hesabı keserek sırt çantalarımızı alıp arkamıza bile bakmadan çıktık. “Sizin üç günlük rezervasyonunuz var, nereye gidiyorsunuz” falan diyemediler.
Pokhara’nın “Lake Side” denilen turistik bölgesi dışında her bir sokağı, caddesi, mahallesi dökülüyor. Toz, toprak, çamur ve çöp bu kentin de ana sorunu. Lake Side bölgesinin güneyindeki caddede, biraz Bodrum, biraz da Kuşadası’ndaki çarşıların havası var. Katmandu’yla alakası yok. Lüks dükkanlar, barlar ve restaurantlarla dolu. Tabi fiyatlar da ona göre uçuyor. Tanımlamak gerekirse bu cadde bir tür yapay tatlandırıcı gibi. Oysa bu yolun devamındaki bizim kuzey mahallesi oldukça sahici, mütevazı ve hesaplı. Biz güneydeki mahalleye “zengin mahallesi”, kuzeydekine ise “fakir mahallesi” adını taktık. İki caddenin birleştiği nokta da Lake Side bölgesinin merkezi oluyor.
Karnımız acıktı. Nerede ne yiyelim diye düşünürken, gezgin bir hatunun daha önce okuduğumuz yazısı aklımıza geldi. Yazıda; Pokhara’da “Merhaba Restaurant” diye bir yerden söz ediliyor, yemekleri ballandıra ballandıra anlatılıyor, yere göğe sığdırılamıyordu. Hatunun anlattığına göre; restaurantı çalıştıran Nepal’li vatandaş uzun yıllar Almanya’da kaldıktan sonra Türkiye’de de bir süre takılıp Türk Mutfağı ile ilgilenir. “Coşkun” adındaki bir arkadaşının ölümü üzerine de onun anısını yaşatmak için kendisinin “Coşkun” olarak çağrılmasını ister ve memleketine dönerek bir Türk lokantası açar. Pokhara’ya yolu düşen her Türk vatandaşı da Coşkun Abi’sini bulur, onunla muhabbetin dibine vurup lezzetli Türk yemeklerinin tadıyla damağını çatlatır. Biz de bunu duyunca hayaller kurmaya başladık. Hatta, Coşkun Abi izin verirse mutfağına girer, ben de hünerimi dökerim ortaya diye düşündüm. Gittik; girişte kocaman bir Türk bayrağı, içeride bayrak üzerinde Mustafa Kemal resmi, Bursa yazısı, köşede konu mankeni gibi duran boş bir döner makinesi. Masalardan birinde sadece bir çift oturuyor. Diğer masalar boş. Biz de boş masalardan birine oturduk. Kırk yaşlarında bir adam menüyü getirdi. “Merhaba. Coşkun siz misiniz” dedik. Adam mal mal bakıyor. Tek kelime Türkçe bilmediği gibi, “Coşkun” deyince de hiçbir tepki vermedi. Şaşkınlık ve hayal kırıklığından gülelim mi ağlayalım mı bilemedik. Her neyse menüye bir göz attık. Türkçe olarak; musakka, sigara böreği, lahmacun, döner, cacık, Karadeniz pide, yoğurtlu kızartma ne ararsan var menüde. “Tamam” dedik “yanlış yere gelmemişiz.” Efsaneden ibaret Coşkun Abi’yle iki lafın belini kıramayacak olsak da, hiç olmazsa ağız tadıyla memleket yemeği yiyeceğiz. Ben döner söyledim. Yol arkadaşım da yoğurtlu kızartma ve cacık. Birazdan yemekler önümüze geldi. Yoğurtlu kızarma kuş kadar kayık tabak içinde karnabahar ve taze fasulye haşlamasının üzerine dökülmüş eser miktarda yoğurtla karıştırılmış domates sosundan ibaret. Cacık desen; bizim memleketteki otellerde bal/reçel konulan küçük kaplar gibi bir kabın içindeki sulandırılmış kimyonlu yoğurt. Dönerimiz ise başka bir şekil. Kuşbaşı kesilmiş kayış kıvamında etler tavada çevrilip dürüme sarılmış vaziyette servis ediliyor. Yaşadığımız tam bir hayal kırıklığı. Ağzımızın tadının kaçtığına mı, önümüze gelen hak edilmeyen hesaba mı, yoksa memleket yemeklerinin bu kadar ayağa düştüğüne mi yanalım bilemedik. “Acaba” dedik “Pokhara’da başka bir Merhaba Restaurant var da biz mi yolunu bulamadık.” Ama sonradan öğrendik ki; Coşkun Abi işleri büyütüp Katmandu’da da bir dükkan açmış ve kendisi orada takılıyormuş. Burayı da güvendiği bir elemana bırakmış. Ama biz buradan cümle aleme duyuralım ki; Pokhara’da “Merhaba Restaurant” diye bir yer var. Ancak, Coşkun Abi işinin başında değil. Ne olduğu belirsiz yemekler de Türk yemeği diye müşterinin önüne konuluyor. Bizim gibi aldanıp sakın gitmeyin. Hatta yakınından bile geçmeyin…
BEGNAS LAKE
Bugünkü rotamız Pokhara’ya yaklaşık on beş kilometre uzaklıktaki Begnas Gölü. Kahvaltıdan sonra çantamızı sırtlayıp yola koyulduk. Otelimize yürüme mesafesindeki duraktan bindiğimiz otobüs kısa zamanda doldu. Radyoda acılı adana tadında yerel bir şarkı. Onca kalabalık, çuval, çanta, valiz; hep birlikte kucak kucağa yol alıyoruz. Şoförümüz neredeyse beş dakika arayla gürültülü bir şekilde boğazını temizleyip pencereden tükürüyor. Muavin deseniz ayrı bir havada. Sıcaktan neredeyse bayılacağız. On beş kilometrelik yol uzadıkça uzuyor. İnenler binenler, radyodaki şarkı, sıcak, buralara özgü sarımsak ve baharat karışımı koku, beş dakikada bir aksıran şoför… Ve sonunda Begnas’a ulaşıyoruz. Otobüsün bizi bıraktığı yerden beş dakikalık yürüyüşle ulaşılan göle vardığımızda karşımızdaki manzara; yol boyunca yaşadığımız tüm olumsuzlukları hafızamızdan siliyor…
Begnas’ta; göl üzerinde tekneyle dolaşabilir, göle adımlar mesafesindeki küçük meydanda bulunan yerel lokantalarda hesaplı yemeklerin tadına bakabilir ya da karşı kıyının tepesindeki birkaç konaklama yerinde konaklayabilir ve buradaki derme çatma lokantaların seyir teraslarından kuşbakışı tüm göl havzasını izleme şansı yakalayabilirsiniz.
SHANTİ STUPA/PEACE PAGODA
Bugün Peace Pagoda’ya (Barış Tapınağı) gitmek için yollara düştük. Burası Pokhara’ya ve Phewa Gölü’ne hakim bir tepenin üzerinde yer alıyor. Pagodaya gitmek için birkaç yol var. Dilerseniz gölün karşı kıyısına kayıkla geçip, yürüyerek kırk dakikalık bir tırmanıştan sonra hedefinize ulaşırsınız. Ancak, tekne fiyatları el yakıyor; soyunup atlasam elli altmış kulaçta geçebileceğim karşı kıyı için tek yön 550 rupi, gidiş/geliş ise 800 rupi istiyorlar. Taksilerin ise uzağından bile geçmeyin. Çünkü kapıyı tek yön 1000 rupiden aşağı açmıyorlar.
Biz de sorup soruşturduk. İki minibüs değiştirerek Dewil’s Fall diye bir yere kadar geldik. Burada bir şelale varmış meğerse. Hadi gelmişken orayı da gezelim dedik ve altmış rupiye iki bilet alıp girdik. Öyle ahım şahım bir yer değil aslında. Altı üstü basit ve küçük bir şelale. Ama adamlar Nepal’e gelir sağlamak için gezginlerin ayak bastığı her yeri paralı yapmışlar. Şelaleden çıktıktan sonra yine peşimize düşüp pagodaya götürmek için 1000 rupilerden dem vuran taksicilerden kurtulup pagodaya doğru yürümeye başladık. Altı üstü 3-5 kilometrelik yol. Bunu da yürüyemezsek gezginiz diye dolaşmayalım ortalıkta. Her neyse tam pagodanın bulunduğu dağın eteğine geldik, bir taksici “sizi 200 rupiye pagodaya kadar götürebilirim” deyince atladık taksiye. Döne döne tırman babam tırman; Semazenler gibiyiz. Sonunda dağın zirvesine yakın bir meydana yaklaştığımızda, meydanda bekleyen taksiciler bizi getiren taksiciye uzaktan tepki gösterdiler. Sanırım bizim bindiğimiz korsan bir taksiciydi. Garibim daha meydana girmeden kapıları açıp bizi apar topar taksiden indirdi. Başka bozukluğum olmadığı için cebimdeki son bozuk para olan 100 rupiyi elimden kaptığı gibi yolu hızla geri geri giderek kaçtı.. Sanırım yolun bundan sonrasını yürüyerek gideceğiz…
Küçük meydanı geçtikten sonra önümüze çıkan merdivenleri tırmanmaya başladık. Elli, yüz, ikiyüz, üçyüz… Dörtyüzden sonrasını artık saymadım. Tahminim 460 basamağın üzerinde bir merdiven tırmandıktan sonra pagodaya ulaştık. Manzara gerçekten olağanüstü; bir yanda Pokhara ve Phewa Gölü manzarası, bir yanda karşı kıyının yukarılarında heybetle yükselen Himalaya Dağları, diğer yanda ise ikinci dünya savaşından sonra dünya barışına ilham kaynağı olması için Japon Budist Rahipler tarafından inşa edilen Peace Pagoda (Barış Tapınağı), Japonya, Tayland ve Sri Lanka’dan getirilip buraya yerleştirilen devasa Buddha heykelleri. Hepsi de görülmeye değer güzellikte.Bol bol fotoğraf çektikten sonra bu kez çıktığımız basamakları bir bir indik. Daha sonra da dağın zirvesinden eteklerine uzanan ve zaman zaman altmış/yetmiş derecelere kadar çıkan inişlerin bulunduğu orman içindeki toprak bir yoldan otuz beş dakikalık bir yürüyüşle düze inip, iki minibüs değiştirdikten ve iki kilometre yürüdükten sonra otelimize döndük. Değdi mi; hem de fazlasıyla…
SARANGKOT
Sarangkot; Pokhara’nın kuzeyinde, Annapurna Dağları’nı izleyebileceğiniz ve yamaç paraşütüyle gökyüzünde süzülme fırsatını yakalayabileceğiniz bir yer… Buraya taksi kiralayarak veya yerellerin de kullandığı otobüsü kullanarak ulaşabilirsiniz. Konuştuğumuz ona yakın taksici yine uçuk fiyatlar çekince, biz yerel otobüsle gitmeye karar verdik. Bunun için sabah erkenden kalkıp, dışarıdan kahvaltılık bir şeyler aldıktan sonra iki minibüs değiştirip Sarangkot’a gidecek otobüsün kalktığı Baglung Bus Park’a geldik. Buradan Sarangkot’a her saat başı otobüs var. Fiyat kişi başı 40 rupi. Ama bu otobüsleri anlatamam. Bilenler anımsayacaklardır; bir zamanlar İzmir’in Basmane semtinden kalkan otobüsler vardı. Üstünde yük ve insan taşınırdı. İçerisiyse alçak tavanlı, koltukları ve koridorları dar küçücük otobüslerdi. İşte o otobüslerin hemen hemen aynısı bindiğimiz otobüs. Her neyse, yola koyulduk. İçeride ne ararsan var; ambalajlanmış denkler, bavullar, çuvallar… Sanki bir zaman tünelinden geçip, başka bir evrene ayak basmış gibiyim… Bir yanımız uçurum, diğer yanımız ise doksan derecelik açıyla yükselen dağlarla çevrili. Bunların arasında labirent gibi döne döne yükselen daracık yollarda ilerliyoruz. Otobüsün peşi sıra koşturan çocukluğum bana el sallıyor…
Sonunda bizi bir rampada bıraktılar; otobüsün muavini “bundan sonrasını yürüyeceksiniz” dedi. Etrafta yiyecek ve içecek servisi de yapan birkaç bakkal dükkanı, küçük bir çocuk geliştirme merkezi ve birbirine uzak mesafede konumlanmış birkaç ev var. Başladık yürümeye; dolana dolana rampayı tırmanıyoruz. Bu şekilde yirmi dakika kadar yürüdükten sonra bir düzlüğe ulaştık. Rakım 1592 metre. Annapurna zirveleri bulutların arasından bize göz kırpıyor. Bazıları elimizi uzatsak değecekmişiz hissi yaratıyor. Bazılarıysa çok utangaç; bulut ve sislerin arasına gizlenip kendilerini göstermiyorlar. İleride yamaç paraşütçüleri paraşütlerini havayla doldurup kendilerini boşluğa bırakıyorlar…Yarım saat kadar oyalanıp fotoğraf çektikten ve manzaranın tadını çıkardıktan sonra bu kez rampa aşağı yirmi dakika yürüyüp, otobüsün bizi bıraktığı yere vardık. Oradaki bakkallardan birinde soluklanıp birer kahve içtikten sonra şehre nasıl döneceğimizi planlamaya başladık. Bir ara otostop yapmayı denesek de, her duran özel ve resmi araç para istediği için bundan vazgeçtik. Otobüs yok, taksi yok… Arada bir motosikletli bir iki kişi geçiyor o kadar. Kahve içtiğimiz bayan bakkal dükkanının yanında aşağıya doğru taş bir merdiveni göstererek “isterseniz buradan yürüyerek göl kenarına inebilirsiniz” dedi. Merdiven aşağıya doğru uzanıp gidiyor ve çok dik. Birbirimize bakıp “iner miyiz” dedik. “Evet ineriz.” Başladık taş merdivenlerden inmeye. Merdivenler zaman zaman sık bir ormanın içinde, zaman zaman ise çıplak bir arazide devam ediyor. Abartmıyorum yaklaşık olarak 70 dakika boyunca bu merdivenleri indik. Merdiven dediysem öyle düzgün basamakları olan bir şey düşünmeyin. O bölgedeki taşlar düzeltilerek oluşturulmuş basit basamaklardan söz ediyorum. Ve indiğimiz dağın iniş açısı 65-70 derece bazen bunun bile üzerine çıkıyor. Katmandu’daki Monkey Temple’de 365 basamak, dün Peace Pagoda’da 400 ün üzerinde basamak tırmanmıştım. Burada 70 dakika boyunca ne kadar basamak indiğimi bilemiyorum, ama bu kez çok yorulduk. Sonunda basamaklar bitti ve düze indik ama taşlarla kaplı yol engebeli bir arazi üzerinde küçük iniş çıkışlarla devam ediyor. Bir otuz dakika da böyle yürüdükten sonra Phewa Gölü kıyısındaki asfalta ulaştık. Buradan da yarım saatlik düz bir yürüyüşle otele vardığımızda açlıktan ve yorgunluktan artık bitmiştik… Anam duysa “Oğlum sende akıl fikir yok mu, bu yaşta onca yolu yayan yürüyerek ne kazandın. Kendine kastın mı var.” derdi… Pişman mıyım ? Asla…
POKHARA’DA BAŞKA NERELERE GİDİLİR
Aynı zamanda mağaralarıyla ünlü Pokhara çevresinde ziyaret edebileceğiniz birkaç mağara bulunmaktadır. Bu arada; Begnas Gölü’ne komşu Rupa Gölü, Barahi Temple, Bindhyabasını Temple, Tibet Mülteci Kampı, Uluslararası Dağcılık Müzesi, Gurkha Müzesi ve Old Pokhara gezilip görülmesi önerilen yerlerin başında geliyor.
POKHARA’DA BAŞKA NELER YAPILABİLİR
Pokhara’da öncelikle kısa ve uzun günü birlik dağ yürüyüşleri ile farklı seviyelerde konaklamalı tırmanışlara katılabilirsiniz. Ancak bunun için özel ekipmanlara sahip olmanız ve konaklamalı on günlük bir tırmanış için her şey dahil kişi başı 300 doları gözden çıkarmanız gerekmekte. Benim bütçem sınırlı, bu rakam beni aşar” diyenlerdenseniz; 40 dakikası 60 dolara paragliding aktivitesine katılabilirsiniz. Bunların dışında; rafting, kayaking, kanyoning, bungeee jumping, zip-line, motorbiking, golf, helikopter turu ve Phewa Gölü’nde tekne turu aktiviteleri de seçenekler arasında. Ama, burada da anımsatmakta yarar var, pazarlık şart…
Artık Pokhara’da ve yirmi üç gün kaldığımız Nepal’deki son gecemiz. İçimiz biraz buruk ve hüzünlüyüz. Tüm olumsuzluklarına karşın bu yoksul ülkeye ve konuksever insanlarına ısınmıştık. Bundan sonraki durağımız; gezginlerin kabus gibi anlattıkları Hindistan. Üstelik rotamız 17-18 milyonluk bir şehir olan Delhi’den başlıyor. 35-40 saatlik otobüs yolculuğu da cabası. Bu yüzden ikimizde biraz gerginiz. Umuyorum ki; hem yol boyunca hem de Hindistan’da kaldığımız süre içerisinde bir sorun yaşamayız.
NEPAL’DE NEREYE NE HARCADIK
Türkiye’den Nepal’e uçak biletlerimizi birikmiş millerimizle tek yön olarak aldığımızdan bu ulaşım kalemiyle ilgili sadece ödediğimiz havaalanı vergilerini yazdım. Bu nedenle, Nepal’e gitmeyi planlayanlar uçak bileti hesabında bunu dikkate alsınlar.
Nepal’de kaldığımız 23 gün boyunca iki kişi; 80 dolar vize, 232 dolar 23 günlük konaklama, 350 dolar yeme/içme, 24 dolar kentler arası ulaşım, 4 dolar kent içi ulaşım, 193 dolar Türkiye/Nepal uçak bileti, 30 dolar ekipman/giyim, 90 dolar Chitwan Park aktiviteleri ve 24 dolar müze/tapınak girişleri olmak üzere toplamda 1.027,00.- Amerikan Doları harcadık.
Herşey çok güzel…İçinize sindire sindire gezin Cengizciğim…Selamlar…Sevgiler…
Çok teşekkür ederim Hocam. Biz de hepinizi sevgiyle kucaklıyoruz.