GOA
Hindista’nın orta batı kıyılarında küçük bir eyalet olan Goa; 1511 yılından 1961 yılına kadar Portekiz egemenliği altında kalmıştır. 1961 yılında Hindista’nın zor kullanmasıyla Portekiz’den geri alınan Goa’daki Hindistan egemenliği, Portekiz tarafından, 1974 yılındaki Kırmızı Karanfil Devrimi’nden sonra kabul etmiştir.
Yönetim merkezi Panaji olan Goa, Hindu tapınaklara, sömürge döneminden kalmış bulunan çeşitli kilise ve tarihi eserlere ev sahipliği yapmaktadır. Öte yandan, Hindistan’ın diğer bölgelerine göre daha iyi yaşam ve gelir standartlarına sahip olan Goa’nın ekonomisi tarım, balıkçılık ve turizme dayanmaktadır. 1961 yılında Hindistan topraklarına katılmasından sonra akın akın buraya gelen hippilerin, Goa bölgesinin ve plajlarının dünyaya tanıtılmasında önemli katkıları olmuştur.
Goa’nın resmi dili Hindistan topraklarından sadece Goa’da konuşulan Konkani olup, Hintçe ve İngilizce ikinci ve üçüncü dil olarak konuşulmaktadır. Eyalet halkının % 65’i Hindu, % 30’u hıristiyan ve % 5’i de İslam dinine mensuptur.
Hindistan’a giden ilk deniz yolunu 1498 yılında keşfeden ve Hindistan halklarının başına sömürgecilik belasını dolayan Portekizli denizci Vasco Da Gama’nın adının bölgenin bazı kentlerinde, sokaklarında, restaurant, kafeterya ve dükkanlarında hala yaşatılıyor olması da Hindistan adına ayrı bir trajedidir.
Arap Denizi boyunca kuzeyden güneye doğru uzanan onlarca kilometre uzunluğundaki sahili, bu sahillere dağılmış otuzdan fazla köy ve kumsalı ile Goa, bugünlerde değişik bir işgalin (!) tadını çıkarıyor. Goa’nın tüm sahillerini kuşatan Rus turistler buralarda adeta bir tür egemenlik ilan etmiş durumdalar. Hal böyle olunca da bütün sistem bu vatandaşlar üzerine inşa edilmiş tabi ki. Bu yüzden sokaklarda ve sahillerde sıkça olarak Rusça tabelalar, menüler, hatta direklere yapıştırılan “aylık 1500 dolar ücretle Rusça bilen eleman aranıyor” ilanları insanı hiç şaşırtmıyor.
Biz, New Delhi’den yaklaşık 2000 kilometre uzaklıktaki Goa’ya, yolun çok uzun olması nedeniyle uçakla gitmeye karar verdik. Kaldığımız otelin ayarladığı bir taksiyle havaalanına ulaştık. Bu arada unutmadan söyleyeyim; New Delhi Uluslararası Havaalanı’nda her telefon hattına 45 dakikalık bedava internet kullanım hakkı veriliyor. Uçağımız bir saatlik gecikmeyle havalanabildi. Bu nedenle Vasko De Gama’daki Dabolim Havalanı’na saat 22:30 da indik. Aslında gitmek istediğimiz yer havaalanına 25-30 km uzaklıktaydı. Ama gece vakti bu yolu gitmek istemediğimiz için önceden havaalanı yakınında bir otelde bir geceliğine yer ayırtmıştım. Havaalanı taksi kooperatifinden 200 rupiye kiraladığımız bir taksiyle beş kilometre uzaklıktaki bu otele saat 23:30 gibi geldik. Gösterdikleri odaya yerleştik. Fakat aradan yarım saat geçmeden üzerimde sivrisineğe benzeyen bir şeylerin dolaştığını hissettim. Kalkıp ışığı yakınca; kanatlı karıncaya benzeyen yüzlerce böceğin yatağı, çarşafı, yastığı, tavanı, duvarları sarmış olduğunu gördüm. Hemen resepsiyona inip gece nöbetçisini uyandırdık. Adama odayı gösterdik ve “bize başka bir oda verin” dedik. Neyse başka bir odaya geçtik. Ama orada da her yer kalorifer böceği kaynıyordu. Elimde Türkiye’den getirdiğimiz böcek ilacı kaç böcek öldürdüm bilemiyorum. Neyse ki çarşaflar temiz. Uyumaya çalıştık ama uyuyamıyoruz. Saat kaçta dalıp gittik anımsamıyorum…
Sabah erkenden kaçarcasına böcekli oteli terk ettik. Bir tuktuk kiralayıp 20 kilometre güneydeki Colva sahiline gittik. Burada kumsalda bir yere oturduk. Bir yandan kahvaltı yaparken bir yandan da internetten kalacak yer araştırdık. Ama Colva sahili hoşumuza gitmedi; burası genellikle yerli günübirlikçilerin takıldığı bir yerdi ve ortam çok kaotikti. İnternetten Colva’ya altı kilometre uzaklıktaki Benaulim sahilinde; kumsalın hemen yanındaki kumulların içindeki bir mekanda iki gecelik yer ayırttık. Yine bir tuktukla 150 rupiye anlaşıp buraya ulaştık. Yerimiz barakamsı basit bir yerdi. Orta yaşlı Rus turistler dışında başka ülkeden pek turist yok gibiydi. Ortam keyifli, fiyatlar da çok uygundu.
Goa’nın kuzeyindeki kumsalları genellikle çılgın partileri tercih eden genç, güneyindekileri ise sakinliği seven orta yaş ve üzeri Ruslar mesken tutmuş durumda. Bizim gittiğimiz ve bir daha ayrılamadığımız Benaulim kumsalı da orta yaş ve üstü Rus turistlere ev sahipliği yapıyordu. Biz kumsala 30 metre uzaklıktaki kulübemsi yerimizde sıcak su ve yavaş internet sorunu yaşadığımız için iki gün kaldıktan sonra, denize 300 metre uzaklıkta bir stüdyo daire kiraladık. Bir yatak odası, salon, ayrı mutfak, banyo ve çift taraflı balkondan oluşan dairede aradığımız her şey vardı. Üstelik barakaya ödediğimiz gecelik 700 rupinin üzerine 200 rupi daha ekleyip, geceliği 900 rupiye kiraladık burayı. Gidip hemen marketten alışveriş yaptık. Zeytinyağı bile bulduk. Biraz pahalı ama paraya kıyıp aldık. Öğle yemeğinde memleket menüsü var; melemen ve çoban salata. Oturup tıksırıncaya kadar yedik. Akşama da sarımsaklı domates soslu makarna, yine çoban salata ve birayla kapanışı yaptık. Keyfimize diyecek yok. Günlerdir ilk defa midemiz, bağırsaklarımız, bütün organlarımız mutluluktan uçuyor. Üstelik stüdyo dairemiz tropik bir ormanın içinde; sabahları ormanda yaşayan kuşların sesleriyle uyanıyoruz.
Hindistan’daki tüm otel ve pansiyonlarda genellikle internet çok yavaş. Biz de şimdiye kadar Hindistan’ın gittiğimiz her yerinde internetin yavaşlığı nedeniyle hep sorun yaşadık. Bu yüzden bir internet paketi satın aldık. Oldukça da hızlı ve günde 2 GB limitli. Üstelik fiyatı da Türkiye’deki fiyatların neredeyse onda birine geliyor. Size de tavsiye ederim. Bu arada; Hindistan’a ayak bastığımızdan beri aksilik ve hastalıklar bir türlü peşimizi bırakmadı. Sanırım bağışıklık sistemimiz yerlerde sürünüyor. Goa’ya geldiğimizden beri dinleniyoruz. Doğru dürüst ne denize girebildik ne de çevreyi dolaşabildik. Bazen “hiçbirşey yapmıyormuşuz da sanki bir şeyler yapmak zorundaymışız” duygusuna kapılıyoruz. Ama neticede işimiz gücümüz yok. Koştur koştur nereye yetişeceğiz ki. Ayrıca, New Delhi, Agra ve Jaipur’da tapınak ve tarihi mekan ziyaretlerine doyduk. Burada biraz denizin ve kumsalın tadını çıkararak kendimize gelmek istiyoruz.
Yukarıda da belirttiğim gibi Goa’da sabahlara kadar devam eden çılgın partilere katılmak istiyorsanız başta Arambol Kumsalı olmak üzere Goa’nın kuzeyindeki kumsalları tercih edeceksiniz. “Yok arkadaş, benim kafam gürültü patırtıya gelmez; yemeğimi yer, biramı içer, müziğimi dinler vakitlice yatağıma girer uyurum” modundaysanız, o zaman Goa’nın güneyindeki kumsallardan birinde konaklayacaksınız. Bu arada şunu da belirteyim; Goa’daki konaklama ve yeme içme fiyatları Hindistan’ın diğer eyaletlerine göre çok ucuz. Hatta 65 lik bir şişe bira marketlerde 75, restaurantlardaysa 90-110 rupi gibi komik bir rakama satılıyor. Nedeni de, sadece Goa’da uygulanan vergi muafiyeti.
Benaulim’deki çoğu restaurantta akşamları yemek eşliğinde canlı müzik yapılıyor. Ama müzikleri anlatamam. İzleyenler anımsarlar; televizyonda bir zamanlar “Aşk Gemisi” diye bir dizi vardı. İşte o geminin yemek salonunda çalınan türden müzikler buradakiler. Dinledikçe insanın içini bayan, hayatından bezdiren türden yani. Ama belli bir yaşın üzerindeki turistler bu tür müziği çok seviyor olmalılar ki, akşamları bu mekanlar dolup taşıyor. Biz “bu tarz bizi aşar” deyip bütün bir kumsalı dolaşarak kafamıza uygun başka mekanlar bulup akşamları oralara takıldık. Üstelik akşamın belli bir saatinden sonra, gelgit nedeniyle yükselip yaklaşık 20 metre içeriye kadar uzanan deniz nedeniyle, ıslanmamak için masamızı iç kısımlara taşımak zorunda kalmak, sıra dışı bir deneyimdi.
Goa sahillerinin kumunun inceliği ve Arap Denizi’nin dalgaları nedeniyle deniz suyu çok bulanık. Ayrıca çok da sıcak. Buralarda turkuaz rengindeki memleket koylarının benzerlerini görmek mümkün değil. Hatta bir ara sualtı kamerasıyla görüntü almak istesek de istediğimiz netlikte bir kareyi suyun bulanıklığı nedeniyle yazık ki çekemedik.
Goa’da iki kişilik bir odanın konaklama bedeli 500 rupiden başlayıp yukarıya doğru tırmanıyor. İçki dahil iki kişilik mükellef bir akşam yemeğini ise 1000 rupiye yiyebilmek mümkün. “Yok arkadaş, ben sıradan bir yemek yiyeyim karnım doysun yeter” diyenlerdendeniz, 150-200 rupiye de karnınızı doyulabileceğiniz birçok mekan mevcut. Bu arada Hindistan’ın pek çok yerinde olduğu gibi Goa sokakları ve sahilleri de bazıları saldırgan başıboş köpeklerden geçilmiyor. Bu köpeklerden özellikle uzak durmak gerekiyor.
Goa’da sahilde güneşlenip denize girmek dışında bizim de yaptığımız gibi günlüğü 100 rupiye bisiklet kiralayıp çevreyi turlayabilir, bölgedeki kiliseleri, sömürge döneminden kalma eserleri, tapınakları ve doğal güzellikleri keşfe çıkabilirsiniz.
Goa; uzayıp giden kumsalları,temiz ve bakımlı sokakları, tarihi dokusu, doğal güzellikleri, ucuz lezzetler sunan mekanları, bulanık ve sıcak olsa da temiz denizi, konuksever insanlarıyla Hindistan’da olup ta insana başka bir yerdeymişsiniz duygusu yaşatan, mutlaka gitmenizi ve en az bir hafta konaklayarak keşfedip tanımanızı önereceğim çok özel bir bölge.
KOCHİ
Kerala Eyaleti’ne bağlı olan Kochi; Hindistan’ın güney batı kıyısında bir kenttir. “Arap Denizi Kraliçesi” adıyla da anılan kent, bir yarımada, iç içe geçmiş birkaç ada, kanallar ve iç körfezden oluşur. Hindistan’ın en büyük limanı buradadır. Bu yüzden önemli bir ticaret merkezidir. Nüfusunun % 47 si Hindu, % 35 i Hristiyan, % 17 si Müslüman ve % 1 i de diğer dinlere mensup olan bölgede uzun yıllardan bu yana Hindistan Komünist Partisi yönetimdedir. Kentteki okur yazar oranı ise % 97,5 tur. Bölge halkları, 15. Asırdan başlayarak önce Portekiz, sonraları ise Hollanda ve İngilizlerin egemenliği altında yaşamıştır. Özellikle Fort Kochi bölgesindeki kiliseler, baharat işleme ve depolama evleri ile mahalle aralarındaki diğer binalarda batının koloni dönemi etkileri belirgin bir şekilde görülmektedir. Bu arada, Kerala Eyaleti ve Kochi Kenti’nde, Hindistan’ın diğer bölgelerine kıyasla suç oranı çok düşük, gelir ve eğitim düzeyi de çok yüksektir.
Biz Kerala Eyaleti’nin tamamını yazık ki gezemedik. Sadece Kochi Kenti ve çevresini ziyaret edebildik. Bunun için Goa Benaulim’de kaldığımız yerde sabah 04:00’te kalkıp hazırlandık. Bizi götürecek kişi tren istasyonuna kadar bıraktı. İstasyon ana baba günü gibi; yerlerde yatanlar, oturanlar, ayaktakiler, çay ve kek satıcıları kim ararsan orada. Trenimiz bir saat kırk dakika gecikmeyle geldi. Trene bindik. Kompartımanlar; araları kapatılmamış her biri sekiz kişilik yataklı birkaç bölüme ayrılmış durumda. Koridor ve kapısı olmayan bir kompartıman düşünün; kompartıman kısmında sağda ve solda iki tane üçlü ranza var. Koridor olması gereken kısımda da ikili bir ranza var. Arada kapı, örtü, perde hiçbir şey yok. Herkes birbirine baka baka yatıp uyuyor. Temiz çarşaf, yastık ve battaniye veriyorlar. Üçlü ranzalardan ortadaki ranzayı kapatınca, en alttaki ranzayı koltuk olarak kullanıp oturabiliyorsunuz. Ayrıca pencere kenarında ranzalar arasında küçük bir masa var. Pencereler açılmayan türden. Neyse; tren fazla kalabalık olmadığı için biz altı üç kişilik ranzalardan birisinin en altına oturduk. Karşımıza da otuzlu yaşlarında iki Alman sevgili oturdu. Arada bir yattık. Arada bir yemek servisi için uyandık. 800 kilometrelik yolu hiç canımız sıkılmadan 15 saatte tamamladık. Tren istasyonunda bizi daha önceden Couchsurfing’ten (evinde gönüllü konuk ağırlama sistemi) yazışıp evinde konuk etmeyi kabul eden Thomas karşıladı. Thomas elli yaşlarında, kısa boylu, Hıristiyan bir Hintli. “Evim 2 dakikalık yürüme mesafesinde” deyince, takıldık adamın peşine. Kaç iki dakika geçti bilmiyorum ama sırtımızda 50, göğsümüzde 20 şer litrelik çantalarla ter polarımın üzerine kadar çıktı. Caddeler, karanlık dar sokaklar falan geçtik. Bir yandan da tetikteyim; neticede gecenin bir vakti hiç tanımadığımız bir adamın peşine takıldık gidiyoruz. Sonunda adamın evine vardık. Ev çok şık bir semtteki kameralı ve kapıcılı bir sitede. Giriş pırıl pırıl. Ev ikinci katta; üç oda, salon, mutfak. Odaların ikisi banyolu ve tuvaletli. Onlardan bir tanesini bizim için hazırlamış. Thomas; bir yıl öncesine kadar denizlerde kaptanmış. Dünyada gezmediği yer kalmamış. Kochi’de üç, Bangkog’ta da bir evi varmış. Yakın zamanda Tayland’lı karısından boşanmış. Yalnız ve içine kapanık biri olduğu her halinden belli olan bir kişi. Biraz sohbet ve bir çay faslından sonra bu kez uyumak için odamıza geçtik. Tuvalette iki karafatma öldürdüm. Yol arkadaşım biraz huylandı. Yatıp uyumaktan başka yapılabilecek bir şey yok tabi ki.
Kochi’de inşaatı etap etap devam eden bir metro sistemi var. Metro dediysem, hafif raylı sistem ve havadan viyadüklere döşenmiş raylar üzerinde gidiyor. Bilet kişi başı 30 rupi. Altı saat içinde dönüş için de kullanabiliyorsunuz. Biletinizi çıkarken de turnikelerde okutmanız gerekiyor. O yüzden sakın atmayın. Bu arada Hindistan’daki metro ve tren istasyonu girişlerinde x-rayden geçiyor ve ayrıca aranıyorsunuz. Bu nedenle üzerinizde küçücük de olsa çakı, makas gibi kesici ve delici alet taşımayın. Çünkü üzerimdeki çok amaçlı İsviçre çakısını polise kaptırmamak için çok uğraştım haberiniz olsun. Thomas bizi, geldiğimizin ertesi günü metroyla Lu Lu Mall adında bir yere götürdü. Burası İzmir’deki Mavi Bahçe, Agora ve Palmiye ayarında bir yer. İçeride ne ararsan var. Thomas tuhaf bir adam. Biz evde yokmuşuz gibi kendi halinde yaşıyor. Bize de “ev sizin, İstediğiniz gibi yaşayın. Her yeri kullanabilirsiniz” dedi. Ama gerçekten tuhaf bir adam. Evden çıkarken sanırım birkaç aydır hiç yıkanmamış çoraplarını sandalyenin üzerinden alıp sprey sıktıktan sonra giydi. Evdeki bütün eşyaların üzerine; o eşyanın adı ve niçin kullanılacağını kalemle yazmış. Mutfakta bir küçük tava, birkaç tabak, çatal, bıçak, kaşık, fincandan başka mutfak gereci yok. Ama mikrodalga fırın, meyve sıkacağı, su ısıtıcısı ve benzeri bir sürü elektrikli alet, yiyecek ve içecek var. Etraf biraz pis ve dağınık. Neyse ki bizim odamız ve banyosu yeterince temiz. Bakalım artık Thomas’la nereye kadar gidebileceğiz.
Kochi ve çevresinde ziyaret edilebilecek pek çok yer var. Bunlardan bir tanesi de Fort Kochi. Fort Kochi; iç körfezin ya da onların deyimiyle gölün Arap Denizi’ne açılan ağzında kurulmuş bir yerleşim bölgesi. Çin tipi balık ağları, kiliseleri, Yahudi Mahallesi ve sinagogu, eski baharat evleri, daracık sokaklarının iki yanına dizilmiş, çoğu sonradan otel ve restauranta dönüştürülmüş sömürge döneminden kalma iki katlı evleriyle ünlenmiş bir ada.
Daha çok gezginlerin ve turistlerin konaklayıp vakit geçirdikleri bir yer. Ana karaya köprülerle bağlanmış durumda. Ama buraya denizden feribotla ulaşmak da mümkün. Biz ilk gidişimizde otobüsü kullandık. Ama bu otobüs bildiğimiz otobüslerden değil; çünkü camları yok. Her tarafı açık; rüzgar her yerden efil efil esiyor. Muavin inen ve binen olduğu zaman bir ipe asılıyor, ipin sürücüye kadar uzanan öteki ucundaki küçük bir çan bu sırada ses çıkarıyor. Sürücü de buna göre duruyor ya da hareket ediyor. Yolda inenler binenler; bu şekilde iki köprüden geçip, yaklaşık 40 dakikalık bir yolculuktan sonra Fort Kochi’ye vardık. Orada Saint Francis Anglikan Kilisesi’nde saat sekizde başlayacak olan Christmas Ayini’ne yetiştik. Ayin dua ve şarkılarla yaklaşık bir buçuk saat sürdü. Değişik bir deneyimdi. Asıl önemli olan ise; bu topraklara ilk ayak basan sömürgeci korsan Vasco Da Gama’nın burada ölmüş olmasıydı. Bu kilisede bulunan mezardaki cenazesinin daha sonra Lizbon’a götürülerek gömüldüğü söyleniyor. Temsili mezarı ise hala kilisenin içinde. Daha sonra 150 rupi karşılığında iki saatliğine bir tuktuk kiralayıp Fort Kochi’de bir kiliseyi, bir Hindu tapınağını, Yahudi Mahallesi’ni ve bir sinagogu, Portekizlerden kalma eski bir baharat fabrikasını, eski kentin sokaklarını ve birkaç alışveriş noktasını ziyaret ettik. Dönüşte de tuktukçu bizi rıhtıma bıraktı. Buradan feribotla karşı kıyıya geçip eve döndük. Otobüsün kişi başı bilet fiyatı 12, feribotun ise 4 rupiydi.
Onca yoksulluk ve sefaletin yaşandığı bu ülkede, milyon dolarlık hayat yaşayan ailelerde var. Milyon dolarlık olmasa da ona yakın bir hayat yaşayan ailelerden bir tanesine konuk olma ve onların yaşam tarzlarını gözlemleme şansına sahip olduk. Söz ettiğim aile Thomas’ın kuzeni. Merry Christmas yemeği için onlara gittik. Bizdeki bayram ziyareti gibi yani. Sabahleyin evden çıkıp taksiyle nehir kenarında etrafı duvarlarla çevrili ve özel güvenlikle korunan 350 dairelik bir siteye geldik. Giriş kayıtlarımız yapıldı ve onuncu kattaki bir dairenin kapısını çaldık. Kapıyı altmış yaşlarında bir kadın ve adam açtı. Evde ayrıca oğlu ve gelini de kalıyor. Çok şirin ve konuksever bir aile. Daire yaklaşık 100-110 m2 lüks bir konut. Onuncu kattan nehre kuşbakışı manzarası var. İçerisi pırıl pırıl. Az ama özenle seçilmiş kaliteli eşyalarla döşenmiş. Bir de ev işlerine yardımcı olan hizmetçileri var. Hoş geldiniz muhabbetinin ardından önce meyve suyu ikram ettiler. Sonra kahvaltı için masaya geçtik. Kahvaltı dediysem yanlış anlaşılmasın; bilindik Hint yemekleri. Yiyebildiklerimizden azar azar yedik. Arkasından tatlı ve visky servisi yapıldı. Onları da götürdük. Bu arada ev sahibinin karısının teyzesi ve ailesi geldiler. Biz masadan kalktık onlar oturdu. Sürekli yemek servisi yapılıyor. Burada hemen belirteyim; ev halkı Hıristiyan, gelen akrabalarsa Hindu idi. Bu arada ev sahibi de bizimle ilgilenip sohbet ediyor. Kendisi vergi denetmenliğinden emekliymiş. Türkiye’yi sürekli olarak Araplarla ve Suriye’yle ilişkilendiriyor ve bu konuda sorular soruyor. Sadece O değil, yolda tanıştığımız herkes bize benzer soruları hep sordu. Yurtdışında memleketin algılanışı ve düzeyi inanılmaz kötü durumda. Sonradan gelen misafirler gittiler. Bizi ısrarla yeniden masaya oturttular ve öğle yemeği servisi başladı. Bu kez ısrarlara karşın tatlıdan başka bir şey yemedik. Üzerine sadece çay içtik. Hintliler çorba ve tatlı dışında yemeklerini elleriyle yiyorlar. Bunu yaparken de sadece bir ellerini kullanıyorlar. Çünkü diğer el kişisel temizlik için kullanılıyor. En fakirinde de en zengininde de bu durum değişmiyor. Bunu merak ettiğimiz için; “masada çatal kaşık ve bıçak dururken, neden elleriyle yemek yediklerini” sorduk. “Çok eskilerden gelen bir gelenek” şeklinde açıklamaya çalıştılar. Ama bence bunun ne gelenekle ne de kültürle bir ilgisi yok. Tamamen görenekle alakalı bir durum. Kültür iyi alışkanlıkların, beceri ve güzel mirasların aktarımı ile ilgili birşey. Kötü alışkanlıkların ardıllara aktarılmasının kültür ya da gelenekle açıklanabilir bir yanı olamaz diye düşünüyorum. Bu yüzden önünde çatal/kaşık/bıçak gibi gereçler dururken hiç de hijyen olmayan bir şekilde elle yemek yemenin mantıklı bir açıklaması olmadığı kanısındayım. İşte böyle; çelişkiler ülkesi Hindistan bizi şaşırtmayı sürdürüyor.
Kochi’ye gidip de bu kanallar kentinde “backwater” denilen kanal turlarına katılmadan olmazdı. Bu yüzden paraya kıyıp, kişi başı 750 şer rupiye günübirlik tur için iki bilet aldık. Ertesi gün sabahleyin bizi verdiğimiz adresteki yerden bir minibüsle aldılar. Arabada bizden başka beş gezgin daha var. Yaklaşık bir saatlik bir yolculuktan sonra bir su kıyısına geldik. Orada bekleyen uzun, dar ahşap bir tekneye bindik. Bu tekneler motorsuz. Tamamen kas gücüyle hareket ettirilip yönlendiriliyor. Teknenin en arkasında elinde uzun bir bambu kamışı olan kayıkçı, bu bambuyu birkaç metrelik suyun içine sokup dipten destek alarak hareket ettirip yüzdürüyor ve yön veriyor. Kolay iş değil. Sıcaklık neredeyse 35 derece ve çok fazla nem var. Bu şekilde tropik bir ormanın içinde, üç metre enindeki durgun su kanallarında kuş seslerini dinleyerek iki saat dolaştık. Arada bir baharat çiftliğini ve geleneksel yöntemlerle hindistan cevizi lifinden ip yapılan bir mekanı ziyaret ettik. Manzara olağanüstü, atmosfer müthişti. Daha sonra karaya çıkıp, yarım saatlik bir minibüs yolculuğundan sonra üstü sazlarla örtülü daha büyük bir tekneye geçtik. Bu tekneyi de bambu kamışlarla önde ve arkada iki kayıkçı yönetiyor. Bu tekneyle daha geniş sularda iki saat daha gittik. Arada muz yaprakları üzerinde, ana yemeği pilav lapası olan basit bir yemek verdiler. Evden alınış, iki tekne gezisi, yemek, bekleme ve eve bırakılış derken toplamda yedi saatlik bir aktivite geride kaldı. Turun ilk etabı oldukça keyifli olmasına karşın, ikinci etabı tekdüze, sıkıcı ve yorucuydu. O bakımdan, bu tür bir tur için tam günlük değil de yarım günlük turları öneriyorum.
Kochi; Goa dahil olmak üzere Hindistan’da ziyaret ettiğimiz yerler arasında en temiz ve düzenli kentti. Burada açıkta hiçbir çöp yığını görmedik. Ayrıca sokaklarda başıboş dolaşan köpek de yoktu. İnsanları temiz giyimli ve bakımlıydı. Bir de, Kerala Eyaleti erkeklerinin geleneksel kıyafeti olan ve bizdeki peştemala benzeyen bir tür eteği giyen erkek sayısı Kochi’de oldukça fazlaydı.
Hindistan’ın önemli ticaret ve turizm merkezlerinin başında gelen Kochi ve Fort Kochi’de “neler yapılır, nerelere gidilir” diye sorulacak olursa; Santa Cruz Katedral Bazilikası, St. Fransis Anglikan Kilisesi, Hollanda Mezarlığı, Yahudi Mahallesi ve buradaki sinagog, At Dharmanath Jain Tapınağı, , Roma Katolik Katedrali ile benzerleri daha birçok tapınak ve kiliseyi ziyaret edebilirsiniz. Fort Kochi sahili ve ara sokaklarındaki lokantalarda başta deniz ürünleri olmak üzere çeşitli yemeklerin tadına bakabilir, akşamüzeri sahildeki Kathakali Kültür Merkezi’nde sergilenen Kathakali Dansı gösterisini izleyebilir, gün içinde sıcaktan bunaldıysanız komşu adanın kumsalında denize girerek serinleyebilirsiniz. Ayrıca Lu Lu Mall, Oberon Mall, Büyük Altın Çarşısı, Bay Pride Mall, Center Square ve Abad Nucleus Mall gibi alışveriş merkezleri ise, alışveriş, yemek içmek ve vakit geçirmek için uygun mekanlar.
AKLINIZDA BULUNSUN
Burada da üç aşağı beş yukarı Nepal için yazdıklarımı yineleyeceğim.
- Eğer bir başka ülkeden Hindistan’a geçecekseniz ve zamanınız varsa vizenizi Türkiye’den değil, bu ülkeden alın. Bazen çağrıldığınız mülakatta her ne kadar saçma sapan sorularla karşılaşsanız da, en geç beş iş günü içinde üç aylık vizenizi veriyorlar. Üstelik Türkiye’deki konsolosluğun istediği belgelerin hiçbirini istemiyorlar. Pasaport, bir fotoğraf ve vize formu vize başvurusu için yetiyor. Parmak izi alınması falan da yok.
- Hindistan’a gitmeden önce, seyahat sağlık hekiminizin önereceği tüm aşılarınızı yaptırın ve hastalıklardan korunmak için önerilerini not edin. Yanınıza etkisi geniş bir antibiyotik, ağrı kesici ateş düşürücü, mide koruyucu, barsak enfeksiyonuna ve ishale karşı etkili ilaçlar ve anti bakterial jel alın.
- Havadaki toz ve egzost gazı bulutundan korunmak için bir maske edinin.
- Kapalı pet ve cam şişe sular dışında kesinlikle musluk suyu içmeyin. Hatta dişlerinizi de musluk suyuyla değil, şişe suyuyla fırçalayın.
- Açıkta satılan ve pişirilen yiyecekleri tüketmeyin. Tüketmek zorunda kalırsanız da iyice pişirildiklerinden emin olun.
- Yıkasanız bile çiğ sebze tüketmeyin; (hamburgerin arasında marul ve içtiğiniz noodle çorbasının üzerinde de doğranmış taze soğan ve sarımsak olarak önünüze çok sık gelecektir. Yiyip yememek size kalmış.)
- Meyvelerin kabuklu olanlarını tercih edin ve bunları da yıkayıp kabuklarını soyduktan sonra tüketin.
- Sivrisinek kovucu, böcek öldürücü tablet ve spreyleri unutmayın.
- Güneş yağı ve koruyucu kreminiz elinizin altında olsun. Mümkünse Hindistan’ı ekim/mayıs aralığında ziyaret edin. Çünkü daha sonraki günlerde, altı ay süren muson mevsimi ve yağmurları başlıyor.
- İnsanların ve özel mekanların fotoğraflarını çekmeden önce mutlaka izin isteyin.
- Başta çocuklar olmak üzere hiç kimsenin başına dokunmayın ve okşamayın. Çünkü Uzakdoğu kültüründe ve inanç sisteminde; kutsal hayat enerjisinin baş çakrası denilen bir tür giriş kapısından bedene girdiğine ve buraya dokunulduğunda çakranın kapanacağına inanılıyor. Bu yüzden başa dokunulması hoş karşılanmıyor.
- Bazı tapınaklara ayakkabı, şort ve kısa kollu giysiyle girilmiyor. Buna saygı gösterip, bu konuda duyarlı olun.
- Bazı tapınak çevrelerinde ve bahçelerinde koloniler halinde dolaşan maymun çetelerini kışkırtmayın, yiyecek vermeyin, gözlük, fotoğraf makinesi gibi eşyalarınızı onlardan sakının. Aksi halde saldırgan ve arsız tavırlarıyla peşinizi bırakmayacaklardır.
- Sokak köpeklerinden uzak durun. Bazıları saldırgan olabiliyor ve çoğunun kuduz mikrobu taşıma olasılığı yüksek.
- Tren istasyonu ve çarşı/Pazar gibi yerlerde dolandırıcılara dikkat edin. İnanılmaz yöntemler kullanıyorlar. “Polisim” dese bile kimlik sorun. Bu kişilere pasaport ve biletinizi asla vermeyin. Birine yol, adres veya başka bir şey sorduğunuzda alacağınız yanıtı en az üç ayrı kişiye daha doğrulatın.
- Tuktuk sürücüleri ile bir şeyler satmak isteyen seyyar satıcı ve hanutçuları da duymazlıktan gelin.
- Hint erkeklerinin yanınızdaki kadına delici bakışlarla bakmalarını yadırgamayın, sinirlenmeyin ve bu duruma aldırmayın. Çünkü sadece kadınlara değil bazen turistlerin tümüne, kadın erkek ayrımı yapmadan bu şekilde bakıyorlar.
- Sizinle fotoğraf çektirmek isteyenleri terslemeyin ve geri çevirmeyin. Çünkü Hintliler, yabancılarla fotoğraf çektirmeyi çok seviyorlar.
HİNDİSTANDA NEREYE NE HARCADIK
Hindistan’ın çok geniş bir coğrafyaya yayılmış büyük bir ülke olması nedeniyle, bazı yerlere otobüsle, bazı yerlere trenle, bazı yerlere de uçakla ulaşabildik. Daha önce 43 Amerikan Doları olan vize bedeli de 2017 nisan ayında 113 Amerikan Dolarına yükseltildi. Bu yüzden harcamalarımız arasında yer alan “ulaşım” ve “vize” kalemleri planladığımız rakamların üzerine çıkarak bütçemizi biraz sarstı. Hindistan’a seyahat etmeyi düşünenlerin bu durumu dikkate almalarını öneririm.
300,00.- USD vize ve komisyon bedeli
80,00.- USD Nepal/Hindistan arası otobüs bileti bedeli
382,00.- USD Hindistan içinde kentler arası tren ve uçak bileti bedeli
65,22.- USD Şehir içi ulaşım bedeli
327,13.- USD 24 günlük konaklama bedeli (ayrıca 10 gün bir eve konuk olduk)
42,84.- USD Müze, tapınak girişleri ve kanal gezisi bedeli
2,02.- USD Kıyafet bedeli
7,18.- USD İnternet paketi bedeli
380,29.- USD yeme/içme bedeli
______________________
1.586,85.- USD (toplam harcamamız.)
SON SÖZ
Yazı boyunca da belirttiğim gibi Hindistan; pisliğin ve temizliğin, yoksulluğun ve zenginliğin, sefaletin ve safahatın, cehaletle bilimin, bağnazlıkla çağdaşlığın iç içe olduğu, farklı ırk, inanç, gelenek ve kültür yapısına sahip insanların binlerce yıldır bir arada yaşadıkları bir çelişkiler ülkesi. Hindistan’dan aynı anda hem biran önce kaçıp kurtulmak hem de asla ayrılmak istemeyebilir, hem tiksinip hem imrenebilir, hem nefret edip hem de hoşlanabilirsiniz. Cadde ve sokaklardaki kaotik düzenden hem başınızın döndüğünü hem de o düzene aidiyet duygusuyla bağlandığınızı hissedebilir, bu ülkede sadomazoşizmin zirvelerinde yaşayabilirsiniz. Aklınıza ne kadar karmaşık duygu, çatışma ve tuhaflık gelirse işte insana onları fazlasıyla yaşatan bir ülkedir Hindistan.
Mahatma Gandhi’nin önderliğinde İngilizleri ülkeden kovduktan sonra, ülke genelindeki tüm cadde, sokak ve yerleşim yerinin İngilizce isimlerini Hintçeyle değiştiren, ama ülkenin başına sömürgecilik belasını saran Portekizli korsan Marco Da Gama’nın adını her yerde yaşatan tuhaf bir ülkedir burası. İngilizlerin ülkeden kovulmasına önderlik eden Mahatma Gandhi’nin öldürülmesinden sonra; ruhban ve sermaye sınıflarıyla, raca ardılları, militer güçler ve Boliwood sinema sektöründen oluşan “Yerel İngilizler” ini yaratan bu mazlum halk, yazık ki şimdilerde, efendi (sahip)/köle ilişkisini onlarla sürdürüyor.
Hindistan insanı renk, desen, görsel tasarım ve daha pek çok konuda inanılmaz bir hayal gücüne ve zekaya sahip. Kendini yeni yeni göstermeye başlayan eğitimli genç kuşak Hintlilerin önemli bir çoğunluğu ise; zekaları, bilgileri, becerileri, deneyimleri ve vizyonlarıyla, batılı çağdaşlarını önümüzdeki on yıllar içerisinde yakalayacak gibi görünüyor. Umarım bu genç kuşak, daha iyi bir yaşam için sokaktaki mazlum çoğunluğun da umudu olur.
Biz Hindistan’da kaldığımız sürenin neredeyse üçte birini hastalıklarla geçirdik. Ülkede bulunduğumuz 34 gün içinde altı kilo verdim. Beslenme alışkanlıklarımız değişti. Bazen çevremizdeki toz, atık su, çöp, dışkı ve pislikten kusma noktasına geldik. Bir metre ötemizde muhteremlerin sokağa tuvaletini yapmalarına tanık olduk. Bazı otel odalarında sinek ve böceklerle savaşmaktan sabaha kadar uyuyamadık. Üçüncü sınıf toplu ulaşım araçlarında halkla yan yana seyahat ettik, zengin Hintlilerin evine konuk olduk. Başta taksi ve tuktukçular olmak üzere; esnafın önemli bir çoğunluğundan yolunacak kaz muamelesi gördük, tren istasyonunda dolandırılmaya çalışıldık. Goa’da sokak köpeklerinin saldırısına uğradık. Kentler arası ulaşım ve vize ücreti bütçemizin belini büktü. Ama halkın büyük bir çoğunluğunun güler yüz ve konukseverliği içimizi ısıttı. Binlerce yıllık kültür mirasının görsel enstrümanlarını izlerken başımız döndü; o anları bir masal dünyasındaymışız duygusuna kapılarak yaşadık. Gezimiz boyunca ciddi bir güvenlik sorunuyla da karşılaşmadık. “Tüm bunlara karşın, Hindistan’ı bir daha ziyaret etmek ister misiniz?” diye soracak olursanız; yanıtım elbette ki “evet” olacaktır.